Caminin otoparkında mavi kuşu geçici boylarla boyarken hüzünlenmiştik vallahi. Boyama süresi biten
camiye giriyor yerine başkası çıkıp devam ediyordu. Böylelikle hem kendimizi işe kaptırmamış
hem de ortalığı gözetleme imkanına sahip olmuştuk. Boyama işini bitirenler bu sefer camiye hiç
girmeden gitmişlerdi. Hazır elleri değmişken imansız kurs sahibinide ziyaret etmek gerekiyordu.
Ne de olsa mavi kuşun uçmasında onunda payı vardı. Çoğunluğumuz evlerinde uyurken
kalanlarda A harfini kapatmakla meşgüldü.
Ertesi gün şehrin sokaklarında 4 tane sürürcü Dayı dolaşırken bizde yıkamacının önünde
denk geldiğimiz müezzinin dertlerini dinlemeye başlamıştık. Kim yapardı böyle birşeyi. Ya
araçtaki boya çıkmazsa diye başlayıp, arabayı aldığından beri ağız tadıyla süremediğini
anlatıyordu bize, gece lastiklerine beton döküleceğinden habersiz. Beton deyip geçmemek lazım
yazık iki gün uğraştı lastikleri betondan çıkarmak için. Her yaptığımız işlemde mavi kuştan
özürler dilemeyide ihmal etmiyorduk. Sürücü dayılarda aynı zaman da fark ettiler bir harf eksik
dolaştıklarını.
Gözlerimi açtığımda hastahanedeydim. Enson hatırladığım banyoda kapının altını ıslak havlu
ile kapatıp sigara yaktığımdı. Bayılmışım oksijensizlikten. Devrilirken çıkardığım seslerde olmasa,
hastahanede değil mezarlıkta bir kişi eksik toplanacaktı kalanlar. Beş gün sonrası da bayram,
olmadı bu iş. Odama habire yiyecek içecek, tatlı meyve ne buluyorlarsa getiriyor arkadaşlar.
Ziyaretime gelemeyenlerde, bu sefer iki harfini kapatıyordu sürücü adayı araçlarının. Şehre biraz
neşe getirmek için çabalıyorlardı. Gelende eli kolu dopdolu giriyordu odaya. Olamaz diyorum bu
kadar paramız hiç olmadı, neredeyse beni yataktan kaldırıp getirdikleri erzakları koyacaklar, o
kadar fazla. Sabahın beşine doğru elimde serum, kapıya doğru güvenlikler eşliğinde yürüyorum.
Anlattıklarına göre kovulmamıza sebep olan bizim yamyamlar olmuş. Geri zaklılıkda, az da olsa
bir zeka belirtisi mevcut bizimkiler direk beyinsiz. Anlamıştım zaten okadar erzağı alamazlar,
ekonomileri elverişli değil. Güya bana getirdikleri termosdaki çayı hastahanede önlerine kim
çıkmışsa satmışlar ta ki topyekün hastahaneden kovulana kadar. O saatde taksi gelmez gelsede
verecek para yok. Mecburi, bizim tek beygirliye dört kişi binip eve gitmeye karar verdik. Bu arada
at arabasıda tam istedğimiz gibi olmuş, helal çocuklara. Eve doğru giderken şehrin çoğu yerinde
satılık araba ilanları vardı. Sürücü kursunda işlerini bitirenler, evlerine dönerkende
boşdurmamışlardı. Nöbetçisiz kalan arabanında her yanına satılıktır ilanını yapıştırıp son durağa
vardık. Ben uyudum hemen.Film kopmuştu, bizde freni boşalan kamyonet gibi gidiyoruk. Öğlene
doğru gördüm bizim araba nöbetçisini elinde reçeteyle arkadaşın çalıştığı eczanden çıkıyordu.
Doktor yazısı bu herkes okuyamaz, arkadaşda burada ilaç yerine fatiha yazıyor deyince, çıldırmış
bizimki yana yakıla doktoru arıyordu. Üzerine fazla gitmememye karar verdik. Arabanın da satılık
ilanlarını kaldırdık heryerden o dersini almıştı yeterince. Gerçi bir suçuda yoktu lakin bir insan bir
arabaya bukadar düşkün olamamalıydı. En azından yolumuzun üzerinden taşınarak ilandaki
telefon numarasını ve ev adresini değiştirmeyide ihmal etmedi. Eşyalarının kamyonete
yüklenmesine yardım ederken, rahatlamıştık vallahi. Yardım sever gençleriydik şehrimizin. Her
gün, akşam sabah arabasının başında görmektende sıkılmıştık. Uzaklaşması iki taraf içinde iyi
olmuştu.
Fazla sürmedi, dedi kodulardan da belliydi. Şehir küçük, bir yerlerde bir nane yeniyorsa
kokusu hemen duyulurdu. Müezzinin de kıyameti koptu telefon faturası gelince. Plan tıkır tıkır
işlemişti. Beklediğimizden de yüklü geldi fatura. Hele birde öteki aya sarkan kısmında eklenecek
olması, faturayı ödemeyi zorlaştırıyordu. Kimseden borç para alamayan utangaç müezzin bizim
mavi kuşu satmaya karar vermişti. Uğursuzdu bu araba onun için. Aldığından beri rahat yüzü
görmemişti. Ailesi ve yakın çevresi dışında herkes 900 lü hatlardan sonra belli etmeselerde sırt
çeviriyorlardı müezzine. Almasına alacaktıkda biraz daha fiyat ayarlaması yapmamız lazım geldi,
pahalıya satıyor imansız. Bizim millet de ne kadar meraklıymış birilerine lakap takmaya. Adı
pornocu müezzine çıkınca epey bir zaman köyüne gitmiş olayı unutturmaya çalışmıştı
görünmeyerek.
Hain herif, Öğrenci Sürücü olarak araçlarındaki tabelayı değiştirerek bize gol atmayı
becermişti. Ne gereği vardı şimdi bunun az da olsa eğlenmesin mi halk. Yinede aramızda ya da
bazı sürücü hatalarında Sürücü Ayı diyerek dalgamıza bakardık. Zeki adammış, keşke
grubumuza dahil edebilseydik.
Bayrama kadar sakin geçti günler. Daha öncesinde, yakalanmamak adına en ufak detayına
kadar düşünülerek hazırladığımız planlar olduğundan malzeme işini hallettik. Sıradan bayram
arifesiydi. Herkes bir şekilde sevdiklerini bayramda mutlu edebilmenin telaşesindeyi. Bizimse
aklımızda kırk tilki kuyruğunu birbirine değdirmeden dolanıyordu. Bayram namazından çıkar
çıkmaz küçüklük vazifemizi yapmak adına önce evlerimize gidip, aile ziyaretimizi bitirince soluğu
imamanın evinin önünde aldık. Bizim aşık aşkına karşılık bulamayınca “ madem sen yoksun,
herşey seninle yok olsun “ sözünü ilke edinince imamımda suyu kaynamış oldu. İkişerli üçerli
gruplar halinde on dakikalık süreler takibinde imamın evine bayramlaşmaya giriyorduk. Ev
ahalisinin ne oturmaya fırsatı oluyordu ne de bir önce ki gelenlerle konuşmaya vakti. On beş kişik
biz, birde arada gelip kısa ziyaretlerde bulunanlar, ikramlıkları silip süpürmüştük. Yazık lan
adama kızarmış bozarmış ama sesini de çıkarmamıştı. Sırf bu yüzden onun ayakkabılarına
dokunmamıştık. Yatsı namazı sırasında millet namazda ikiden hem ayakkabıların yerini değişmiş
hemde sağlam bir yapıştırıcı ile zemine yapıştırmıştık. Allah af etsin. Bayram dolayısı ile
müezzinle imam, birgün biri, birgün diğeri şeklinde dönüşümlü geliyorlardı. Allah yine af etsin. Bir
sonraki gün cemaat öğlen vaktini minareden yükselen karşılıksız acısı içeren bir arabesk
parçasıyla şaşkınca beklerken, biz üzerine bir masa dört sandelye kondurduğumuz at arabamızla
kahvedeki arkadaşlarımızı ziyarete gidiyorduk. Rüzgarsız bir havada aheste bir sürüşle gayet
güzel bir seyyar kahvemiz olmuştu. İçeridekiler gülüyor, kahveci çıkıp kovuyordu bizi. Bir tur atıp
şehrin kıyısından tekrar geri geliyorduk. Keyifli bir gün olarak kapatacaktık eğer polis bizi
engellemeseydi. Polisin başka işi gücü yokmuydu da bizim keyfimizi kaçırıyordu. Belkide kahveci
şikayet etmiştir bilmiyoruz. Esnafı bu şekilde bir daha rahatsız etmeyeceğimizin sözünü vererek
arabayı zar zor kurtardık polisin elinden.
Kısa süren seyyar kahvehane olayımızdan sonra, at arabamızı sanayiye bırakmıştık. İki
arkadaşımız yeniden modifiyeye başlarken kalan onüç kişilik grupda ellerinde tornavidalar şehrin
her yerine dağılmışlardı. Ertesi gün, gece ve sonraki birkaç gün boyunca polisin artık bizden
başka işide vardı. Ne kadar araç varsa hepsinin plakaları birbiriyle değiştirilmişti. Polis ve halk bu
karışıklığı el ele verip düzeltmeye çalışıyordu. Bizde yine boş durmuyor, gecesin tenhasında
kahvehaneyi dışarıdan onlarca farklı renge boyuyorduk. Herkes kendi telaşındayı ve kimsenin bizi
görecek hali kalmamıştı. Sabah kahvehaneyi açmaya gelen gıcık kahvecide ağlamaklı ağlamaklı
karakolun yolunu tutmuştu. Millet çıldırmış kahveci delirmiş, polis fazla mesai yapmıştı. Kendi
aralarında ne konuştular bilinmez ama bunları kimin yaptığı hiç bulunamadı. Şehirde neredeyse
ohal ilan edilmişti yapanı ya da yapanları bulsalardı...Allah çok af etsin.
Yeni gelir kapımız oldukça tutmuştu. Ortalık bir zaman durulsun diye biraz frenlemiştik.
Seyyar bilardo masası haline getirdiğimiz at arabasında hem biz oynuyor hemde kiralamak
isteyenlere kiralıyorduk. Nasıl daha önceden gelmedi aklımıza vallahi seri üretim yapardık,
okullar açılıncada paraya para demezdik. Çoğu kişi kiralamak için sıraya giriyordu. Özellikle
taksiciler müşteri sıraları gelene kadar keyifle oynuyorladı. Bazı memurlardan talep oluyordu
öğlen ararlarında kalan zamanı bilardo oynayarak geçiriyorlardı. Talep fazlaydı. Halkımızın
sosyalleşmesini sağlıyorduk. Halkda bizim para kazanmamıza vesile oluyordu. Herhalde biz iyi
insandık galiba.
Biraz zamana bıraktık kendimizi. Yavaş yavaş camiye gitmeyi de azalttık. Önceden bir
sebebimiz vardı şimdi yok. Geçen zamanın ve gelen faturanın neticesinde müezzinde hizaya
gelmiş, fiyatda indirim yapmıştı. Bu seferde biz almadık. Aman, ne de olsa eli mahkum satacak
birine. Alanıda bulur, onunda burnundan getirip bir şekilde alırdık mavi kuşumuzu.
Güneşin sıcaklığını ve ışığını azaltmaya başladığı saatlerin öncesinde aldığımız çimento, tuğla
ve küreklerle öğretmenimizin evinin yakınlarında bilardo oynayarak geceyi beklemeye
başlamıştık. Gece dönüşümlü ve gözetlemeli bir şekilde, kapı ve bütün pencereler tuğlalarla
örüldü evin. Becere bildiğimiz kadarıylada sıvadık az biraz. Bu öğretmen için bir başlangıçtı.
Başına gelecekleri bilseydi bu haline şükür ederdi. Sınıfta bırakmayacaktı arkadaşımızı. Geldiği
günün sabahı umutsuzca kapısı penceresi olmayan evine nasıl gireceğini düşünüyordu.
Neticesinde kıra döke, toplaya yapa girildi evin içine. Bizde yardım ettik canım azıcık. Karakolada
beraber gittik öğretmenimizle şikayet için. Kim yapardı böyle şeyler akıl almıyor. Madem ki
öğretmen, evini çok seviyor, içeri girmek için can atıyordu. Öyleyse içeride kalmalıydı. Okulun
açılacağı sabahın gecesi bize pahalıya mal olmuştu. Doksan kilo et cidden pahalıymış. Kasabı da
bir kenara not ederek şehre uzak köylerden birinde aldığımız hayvanı kestirip mangalını yedikten
sonra geriye dönmüştük. Epey de uğraştık kalan etleri ufak parçalara bölmek için. O gece şehirde
ne kadar sokak köpeği varsa ki oldukça çoktu, hepsini toplayıp öğretmenin evinin bahçesine
bağladık. Üçünü beşini bağlı getirip tek seferde hallediyorduk. Telefon hattınıda kestikten sonra
uzaklaştık. Sakinleştiricilerin etkiside geçmeye başlayınca yükselen seslere uyandı öğretmen.
Elimizde çekirdekler konuşa konuşa eve doğru gidiyoruz. Sabah okul başlayacak ama bizim
hiç acelemiz yok.
...
Buraya kadar anlattıklarım sadece bir yaz tatili dönemi boyunca yaptıklarımızdı. Önceside
vardı sonrası da oldu. Ama o yaz bizim için zirveydi.
Zaman bizim içimizden geçti. Kısa aralıklarla birilerini büyük coşkuyla uğurladık bir yerlere.
Bazılarımız asker oldu, birirlerimizin okuması için şerhir değiştirmesi gerekti, kimileri evlenip
gitti. Paketimin bana fazla gelmesinden de belliydi iyiden iyiye azalmıştık. Millet, birer birer
kurtulurken bizden, derin derin nefes alıyorlardı, gel görki kalanlarımızın aldığı nefes daha ciğere
varmadan çıkıyordu dışarı. Eskisi gibi birbirimizle zaman geçiremez olmuş, sırf alışkanlıktan
dolayı birde gidilecek yer olmadığından, gün içinde bir şekilde denk geliyorduk. Kalabalıkken
konuşmak için fırsat arayanlar, şimdilerde severek susuyorlardı. Daha çok sessizleştik, daha da
kapandıkk evlerimize.
Zaman üzerimize basıp da geçti. Gideneler, kalanları yalnızlaştırırken gittikleri yerde de onları
bekleyen başka bir yalnızlıkla tanıştılar. Ne kadar uğraşsak da eskisi gibi olamadık hiç. Bir elin
parmak sayısı kadar kalmıştık, kalanlarında gideceği tarih biliniyordu. Bir şeyleri son kez yapmış,
birileri ile son kez konuşmuştuk, farkına varmadan. Oysa ilk gidenlerimizi sevinçle yollamıştık.
Zamanla uğurlamalarımız hüzne dönüştü. Hiç kimse gelmedi son kalanı yolcu etmeye, hiç kimse
kalmadı. Son kalanımızın elini bile sıkan olmadı.